13 Nisan 2011 Çarşamba

HERKES GİDER Mİ? 3



   Nesrin:

   Çay molasından sonra tekrar yola koyuldum. Çok önceleri okuduğum bir biyografide, kadının yaşadığı her dönemi bir film, kendisinide başrol oyuncusu olarak gördüğünü okumuştum. Bu şekilde herşeyin üstesinden daha kolay gelebildiğini yazmıştı. Herşey bir film gibi; başlıyor ve bitiyor.Yolculuğumun başlangıcından beri ben de bir filmin içinde gibiyim. Yazanın da, yönetinin de, oynayanının da ben olduğum bir film. Bu düşünceler içinde birkaç saat daha araba kullandıktan, virajlarda, batmaya hazırlanan güneşle saklanbaç oynadıktan sonra girişinde sağlı sollu zeytin ağaçlarının olduğu bir köye geldim. Deniz kenarına giden yolu takip ettim.

   Yanından geçtiğim yabancının, tarif ettiği pansiyonun önüne parkettim arabayı. Beyaz boyalı, üç katlı bir binaydı. Pansiyonun önündeki tahta iskemlede, orta yaş üstü bir adam oturuyordu. Ben arabadan inerken ayağa kalkıp yanıma gelerek, güleç yüzüyle selam verdi. Adının Pakize olduğunu sonradan öğrendiğim eşiyle beraber, ufak el çantamla odama çıkana kadar eşlik ettiler, bana.

   Oda mis gibi badana kokuyordu. Odada; çift kişilik bir yatak, ufak bir gömme dolap ve bir masayla sandalye vardı.Uçlarında dantel oyası olan keten perdelerden akşam güneşi sızıyordu. Hemen bir duş alıp kendimi yatağa atmak için sabırsızlanıyordum.

Uyandığımda hava kararmıştı. Karnım açlıktan adeta zil çalıyordu. Giyinip aşağıya indim. Binayla deniz arasına konan altı masa vardı. Etrafı, uzun beyaz, ağaç dallarına dolanmış kabloya eklenmiş olan ampuller aydınlatıyorlardı. Diğer masalar yemeğe çoktan başlamışlardı. Pakize Hanım'ın eşi Mahmut Bey, saygıyla yanıma yaklaşarak menüde bulunan yemekleri sıraladı. Benim içinde uygun olduğunu söylememden sonra mutfağa doğru yöneldi.

   Bardağımdaki buzların üzerlerine döktüğüm rakıyla buluşmalarını izlerken mest olmuştum, hele o anason kokusu, yok mu. İlk yudumu alırken diğer masalara şöyle bir göz attım. Yaşlı bir çiftin masasında bir haraket vardı. Adam elindeki şalı  eşinin omuzlarına yerleştirdikten sonra kalkmasına yardım etti. Eşinin kolunu tutup özenle kendi kolunun arasına yerleştirdikten sonra ''iyi geceler'' dileyerek, ağır adımlarla pansiyona doğru yöneldiler. Diğer masada ki çift çocuklarını henüz uyutmuş pusete yerleştirmiş, sessizce konuşuyor, gülümsüyorlardı. Muhabbet onlar için yeni başlıyordu.

   İkinci kadehe geçmiş, dalmıştım ki bir ud sesi çalındı; çakıl taşlarına vuran suyun sesiyle dolmuş olan kulaklarıma. Daha güzel hiçbir şey eşlik edemezdi, masamdaki kadehim ve geceme...

   Odaya çıkıp yastığa kafamı koyduğumda ilk defa Ahmet'in o an ne yaptığını düşünmüştüm. Ayrılma kararı arifesinde de, sonrasında da O'nun içinde iyi olanı dilemiştim, hep. İkimizin içinde de bizi peşinden sürükleyebilecek, devam edebilmek için ihtiyacımız olan, istek kalmamıştı. Hiçbir zaman evliliğin standartları  olduğuna, belli kalıplar içinde yaşanılması gerektiğine inanmamıştım, zaten. Ama yaşadığını hissedebilmeliydi, insan. Benimkiler kadar Ahmet'in de, yaşadığını hissedemeden geçirmiş olduğu günler için üzülüyordum. Umuyorum ki; O'da silkelenir ve tekrar nefes almaya başlar.

   Sabah gözlerimi açtığımda, tekrar filmin başrol oyuncusuydum. Demli çay ve tatlı sohpetin eşlik ettiği kahvaltıdan sonra Mahmut Bey ve Pakize Hanım'la vedalaşarak yola koyuldum.

ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL

Hiç yorum yok: