Uyandığımdan beri annemi düşünüyordum. Ellerindeki yaraları hiç kapanmayan annemi. Çok az konuşurdu annem. Hep koşturmacası vardı. Sabahları herkezden önce uyanır, sobayı yakıp üzerine çayı koyduktan sonra paltosu ve eşarbını kapar düşerdi yollara. Evlere temizliğe giderdi. Hiç yüksünmeden yıllarca temizleyip durdu başkalarının evlerini. Akşamları pazarın önünden geçerken almış olduğu iki parça sebze ve bakkaldan aldığı ekmekle dönerdi. Evdeki mesaisi başlardı. Pişirir, kurar, toplar, yıkardı. Az konuşurdu annem...Merak ederdim yastığa başını koyduğunda aklından geçenleri...
Birgün güleryüz, şefkat görmediği kocası öldüğünde hiç ağlamamıştı, annem. Bir damla gözyaşı dökmemişti, ardından.Bilirdim ama, ağlardı annem; ateşlendiğim geceler başımda çok görmüştüm ağladığını. Biriktirdiği tüm gözyaşları akardı gözlerinden; bana birşey olduğu vakit. Ama ben çok ağladım annem öldüğünde, o suskunluğuyla. Ellerindeki yaraları kapanmadan, gün yüzü göremeden, yaşayamadan ölmüştü annem. Biriktirdiğim tüm gözyaşlarım akıp gittiler.
Ne için gelmişti annem bu dünyaya? Sadece nefes alabildiği bu dünyaya tek geliş sebebi ben miydim?
Okudum, birşekilde kurtardım kendimi. Devlet memuru olarak çalışıyorum. Nefes alıyorum ama yaşıyor muyum? Benim sebebim ne bilmiyorum. Ama gözyaşları biriktiriyorum içimde. Kim için onuda bilmiyorum.
Birden irkiliverdim. Ayağımın dibinde miyavlayan kedinin sesiyle. Kalan simit parçasınıda ona verdim. Bir bardak çay daha işaret ettim garsona. Gözlerimi kamaştırıyordu yaprakların arasından artık kendini iyice gösteren güneş. Çayımı yudumlarken bir sigara daha yaktım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder