2 Haziran 2011 Perşembe
KOCAMAN YÜREKLİ ÇOCUKLARDAN HABER VAR
Bu yıl yolum can arkadaşım Safiye’nin sayesinde, yaşları küçük ama yürekleri kocaman çocuklarla birleşti. Daha doğrusu; yolda yaşananlar tarifi imkansız mutluluğuma dönüşmeye başlayınca içine Vilo’yu, arkadaşlarını, arkadaşlarımı, Erdo’yu da alarak çoğaldı da çoğaldı. Şimdi küçük yoldaşlarla birbirlerimizin yüzlerini hiç görmeden, seslerimizi hiç duymadan sevgi alışverişi içindeyiz. Yazı yazarken bana eşlik eden melodinin yükseldiği müzik kutusu da; annesiz bir yaşama babasıyla devam eden kocaman yürekli çocuklardan birinin anneler günü hediyesi. Birbirimizi hiç görmedik, kim olduğumu bilmiyor. Tek bildiği Safiye öğretmeninden öğrenmiş olduğu kadar; yani bir kadın olduğum.
Yayınevi sahibi, İstanbul’a iki yıl önce yerleşmiş olan arkadaşım Çınar’ın vereceği kitapları almak için ofisine gittiğim gün, yapmış olduğumuz sohbet sırasında anlatmıştım; bu çocukların yaşantıları hakkındaki gözlemlerimi, duygularımı. İnanamadı; İstanbul’da nasıl olur, deyiverdi. Evet; daha öncede yazmış olduğum gibi, İstanbul’a bu kadar yakın bir o kadar da uzak…O okulun kapısından girip, kendi elleriyle boyamış oldukları bahçe duvarları boyunca yürürken, ufacık elleriyle zımparalayıp cilaladıkları sıralarının olduğu sınıflarda gezinirken hissettiğim çocuk ruhunu, neşesini, kızımın okuluna girdiğim zaman hissedemiyorum, o çocuksu bakışlarını göremiyorum, gözlerine baktığımda. Hele ki beden eğitimi dersine denk geldiniz mi; ip atlayasınız, yakan toptaki ortada sıçan, seksekteki taş olasınız geliyor.
Bir de aralarında Özgül adlı bir kız var ki… Yıllardır süren sesizliğini bozan ayağındaki, yeni, beyaz spor ayakkabılar oldu. Daha doğrusu o beyaz ayakkabılar aracı oldu. Bir de bağcıklarını ayak bileğinden özenle bağlayışını görseniz…Özgül’ün çantasında hiç eksiği olmaz. Dersle ilgili ne ihtiyacı varsa sırasının üzerine dizer. Kalemi avucunun içinde kaybolur, fakat yerinde, sıranın üzerindedir. Cetveli kırıktır ama oradadır, silgisi ufacık kalmıştır oradadır. Defterleri; son satır tükenene dek kullanılır. Yeni eşyalarını (hediyelerini) evine götürdüğü ilk gece, babası gücenmesin diye ”Babacığım; benim zaten ihtiyacım yoktu da, derslerimde başarılı olduğum için hediye ettiler.” diyerek gönlünü almayı düşünebilecek kadarda ince ruhludur. Geçen gün benim için yolladığı kırmızı yazmanın ucunda ki narin iğne oyası gibi.
En önemlisi bu çocukların Safiye gibi bir öğretmenlerinin oluşu, tabiiki. Okulda iki yıldır vekaleten öğretmenlik yapıyor olmasına rağmen, diğer öğretmenlerin kurduğundan çok farklı bir bağ kurmayı başardı öğrencileriyle. Geçen haftalarda okulda yapılan müfettiş denetimi sonucunda kendisi hakkında yazılmış olan raporda bunu tesciller nitelikteydi. Bizim içine yalnızca üçümüzün (Belgin, Safiye ve ben) sığdığı, Küçük Prens’teki gibi, yarattığımız küçücük gezegenimizde sürdüğümüz yaşantıda, bu belgenin adı ”öğretmenlik nobel’i” kondu bile. Sohbetlerimizde büyük yer tutuyor, bu çocuklar. Kah ağlıyor, kah gülüyor, kah ne yapabiliriz diye düşünüp duruyoruz. Vilo’nun toptancılardan tam anlamıyla kucağında taşıyarak getirdiği, içinde resim defterlerinin, boya kalemlerinin, suluboyaların olduğu poşetlerin karşılığında bizim gönlümüzü; ufacık kağıtlara yazdıkları teşekkür notlarıyla doldurdular.
Ama hepimiz bu çocukların asıl ihtiyacını biliyoruz. Okulda yapılan en son veli toplantısında Müdür Bey’den izin isteyerek sözü alan Safiye’nin içindeki, ailelere karşı duyduğu kızgınlıkta fütursuzca boşalıvermiş:
”Bırakın notu, aralarındaki kavgaları, atın bir kenara. Bu çocukların sevgiye, ilgiye ihtiyaçları var. Saçlarını okşamanıza ihtiyaçları var. Bir bakışa muhtaç olduklarını ben bile görebiliyorum. Bunu göremeyecek kadar kör mü oldunuz, hepiniz!...” diye, haykırıvermiş. Haykırmış ta sonrasında yaşanan olay bombayı fırlatmış okulda başta müdür olmak üzere, bütün öğretmenlerin yüreğine. Okulun en sessiz tiplerinden olan ufaklıklardan biri, yapışmış toplantıdan sonra Müdür Bey’in ceketine:
”Benim sevgiye ihtiyacım var. Bana sevgi verin. Annem de babam da yok. Babanemle yaşıyorum, ben” deyince… Evet, deyince… İnanın ilk duyduğum andaki gibi titriyor, klavyedeki ellerim. Günlük koşturmalar içinde bizlerde zaman zaman unutuyor muyuz acaba? Sormadan, düşünmeden edemiyor insan. Arada derede değil, gerçekten, karşılıklı ne kadar konuşuyoruz çocuklarımızla, gözgöze. Tüm bunlar aklıma gelince hemen çöküyorum dizlerimin üzerine, Oğuz’un karşısında; gözgöze olabilelim diye. Saatlerce değil, en azından sorduğunu, anlattığını dinlediğimi görsün diye. Elf’i hiç sormayın, onunla gözgöze gelebilmek için ayağımda topukluların olması gerekiyor artık.
İşte, tüm bu anlattıklarım; bizim küçük gezegenimizin bütünü neredeyse. Yaşadığımız herşeyi, bir araya gelip mutluluklara çevirmeye çalışıyoruz. İçinde; menfaatlere, yalana, riyaya yer olmayan bir dünya. Biz yalnızca kendimizden sorumlu olduğumuzun bilincinde, kimseyle gereğinden ya da hakkettiklerinden fazla ilgilenmeden yaşayıp gidiyoruz. Aramıza kabul ettiğimiz bu kocaman yürekli çocuklarla herşey artık çok daha anlamlı.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Kocaman yürekli arkadaşım....Bu bakışlar sende olmasa, döküleverirmiydi ,satırlarına bu kadar temiz ve masum... Yaşadıklarımızı birbirimize ne kadar da yaşatıyoruz..Ne kadarda şanslıyız...Onlara yıllar sonra bile gülümsetecek,gözlerini yaşlandıracak hatıralar bıraktın...Ki benim böyle hatıralarım hayli çok...Belki görmüyorum onları,bilmiyorum nerede olduklarını...Fakat kendileri gibi çoğalttıkları kocaman yürekli çocuğum hala...Ne mutlu ki bana yolumda senin gibi kocaman yürekli bir çocukla birleşti...Çocuk diyorum, çünkü ancak bir çocuk masumiyeti anlayabilir onları...Yüreğine,kalemine sağlık can...Her şey için sağol can... çocuklarım adına KOCAMAN öpücükler yolluyorum....
Aslında farkında olmadan onlar bendeki büyük boşluğu tamamladılar.Bir kez daha anladım ki; hayat böyle çoğaldıkça güzelleşiyor.Herşey sevgiyle...
Yorum Gönder