Bu sabah Oğuz'a kahvaltısını yedirirken; beraber ''Alaaddinin Sihirli Lambası'' adlı çizgi filmi izledik. Süzgecinden geçirmek üzere hafızaya kaydediyor olduğunun göstegesi, odada fırtına öncesi sessizlik vardı. Okulda geçirmiş olduğu yorucu saatler engel olamamıştı O'na...Zaten okula yollarken performans düşüklüğü olması yönündeki beklentilerimiz gerçekleşemedi. Belki okulda biraz yorulurda eve döndüğünde gazı alınmış olur diye beklerken; baktı ki hiç bir değişiklik yok...
Her neyse; akşam üzeri Zeyno'nu doğum gününe gitmek üzere arabaya bindiğimizde aramızda geçen diyalog aynen aktaracağım gibiydi:
- Anneee; kale diye birşey var mı?
- Var, oğlum.
- Pekiii; şato, saray diye bir yer var mı?
- Var, oğlum.
- Bizim ev şato mu?
- Hayır, oğlum. Biraz daha büyüdüğünde ben seni götürürüm, gezer görürüz.
- Uzakta mı?
- Hayır, oğlum. Önce Dolmabahçe Sarayı'na gideriz. Orada Atatürk yaşamış.
- Aaaaaa! Gerçekten mi? Orası Ankara'da mı?
- Hayır; İstanbul'da...
- Peki; gittiğimizde dolmada toplar mıyız?
Buradan itibibaren; Elf ve ben başedemeyeceğimizi anlayarak pes ettik; önceleri de benzer tecrübeler yaşadığımız için. Döner canı çektiği zaman, tarifi hala; dönen şey. Saray helvası hala; tüylü helva. Domates hala; doTemes...Ama enteresan olan hiç yemediği ve eve çok nadir aldığım halde ara ara ''Evde ananas var mı?'' diye sormaktan hiç vazgeçmemiş olması...Sevgiyle...
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
2 yorum:
:)) Başetmek zor gibi gözüküyor. Böyle güzel sohbetleriniz yorgunluğunuzu alıp götürüyordur. Her çağında yanında olursunuz umarım.
Sevgilerimle...
Güzel dilekleriniz için çok teşekkür ediyorum, Sevgili Burcu. O'nunla değilde; yaşından büyük sorularıyla başımız dertte. Yaşlarından büyükte değil aslında soruları, dümdüz, çocuk saflığıyla bakış. Dediğiniz gibi; yorgunluğumu alıp götürüyorlar.Sevgiyle kalın...
Yorum Gönder