24 Ağustos 2011 Çarşamba

HAYALLE GERÇEK ARASINDA






Onları düşünürken bile, biri anlayacak diye korktuğu yasaklı hayali arkadaşları vardı; ne zaman geleceklerini hiç bilemediği. Yorgun argın işten çıkmışken, telaşlı adımların kol gezdiği kaldırımlarda yürürken, çalıştığı, pasajın içindeki kumaşçının kasasında günsonu hasılatı kontrol ederken ama en çokta onları rahatlıkla çağırdığı gecelerde gezinirdi hayalindeki o uzak hayatlarda. Yastığına başına koyduğu anlarda dalıp giderdi hayaller ülkesine, korkmadan. Suya düşen çakıl taşının yüzeyde bıraktığı halkalar gibi içini dalga dalga sarar, heyecanlandırıverirlerdi onu.


Toplumca onaylanmış, kurallarla, ortalamalarla sabitlenmiş bir yaşantısı olmuştu. Çocukluğundan itibaren hep ortalarda tanımlanabilecek bir yerlerde başlayan hayatı öylede sürüp gitmişti. Ne mutlu ne de hüzünlü denilemeyecek, yüzünde taşıdığı o ortalarda bir yerlerdeki tebessüm gibi. Kabuğunu kırmasını gerektirecek, zorlayıcı bir mücadeleye hiç girmemiş olmasınında etkisi vardı, bu  yaşantısında.


Evin üç çocuğunun ortancası olarak dünyaya gözlerini açmıştı. Üç çocuğun yaşadığı bir ev olmasına rağmen; sesler hiç yükselmezdi o evde. Bir elin parmakları misali üç kardeşin üçüde birbirlerinden farklılardı. Ama; bu evde yaşayan üç kardeşde ortak birşey vardı; sükunet.


Küçük yaşta görücü usulüyle evlendirilmiş anne ve babaları; iki ayrı karakterin bir araya gelerek kurduğu bu yolculuğun başındaki kabulleniş ve sorgulamayışın izlerini sürmüş ve kabul etmişlerdi birbirlerini hayatlarına. Herbirinin görevlerinin yazılı olduğu bir kitap ellerindeymişcesine; görevlerini, yerlerini bilerek yaşamış, yıllar içinde de sevip saymışlardı birbirlerini. Beraber yüklenilecek herşeyi sessizce, dört elle kaldırıp koymuşlar omuzlarına...


Evlerinde hiç büyük kalabalıklar hatırlamıyordu. Kendi dertleriyle dertlenmiş, kendi küçük mutluluklarıyla sevinmişlerdi. Bu küçük dünyalarının içinde Birkan, bu hayal alemiyle ilkokul yıllarında tanışmıştı. Afacan bir oyun arkadaşı hayal ederek ve onunla oyunlar oynayarak. Zaman içinde de birçoklarıyla tanışmış, birçoklarına veda etmişti. Hepsinde ortak olan tek bir şey vardı; gerçek hayatında da asla olamayacak olmaları.


Hele aralarında bir tanesi vardı ki; ergenlik döneminin sonlarına doğru dahil etmişti hayal dünyasına; pırıl pırıl kızıl saçları, yüzünde her daim ağır makyajı, elinde sigarasıyla, balık etli bir afet. Hayali öyle karşı konulmaz, öyle davetkar çağırırdı ki...Nice geceler işten çıkıp onun kurduğu rakı sofralarına oturmuş, nice geceler onun yatağında, alkol kokan nefesiyle hoyratca sevişmişti. Uzak akrabalarından birinin aracılığıyla  evlendirildiği karısıyla asla sevişemediği gibi.


Bir de; tam bıçkın delikanlı, mahalle kabadayısı hayali abisi vardı. Uzun uzun dertleştiği, zaman zaman sırlarını verdiği, güvenilir bir kabadayı. Eski kabadayılar öyle olurlarmış, zaten. Kendi muhitlerinde, mahallelerinde; başı sıkışanın, aç olanın, açıkta kalanın, dulun, yetimin koruyucu, kollayıcısı, sırdaşı olurlarmış. O, sokakta kavga eden birilerini görüp yanlarından sessizce geçip giderken; aralarına dalıp, kavgayı sonlandıran hayalindeki o kabadayı olurdu. Ya da; o hep var olan sükunet kararıp, içinden çıkılmaz bir zindana dönüştüğünde onu, demir parmaklıkları sökerek, zindandan kaçırıp uzaklaştıran...


Ucsuz bucaksız suskunluklar, sessiz kabullenişler, kader deyip boyun eğişlerle geçen hayatının son demlerinde ölümü de kabullenip bekliyor olduğunda bile şen kahkahalar attığı, kafayı bulup kan ter içinde sevişmeler yaşadığı, sokaklarda saatler boyu avare avare gezindiği arkadaşları bırakmamışlardı, onu. Hayalle gerçek arasında sıkışıp kalan, koskoca bir ömürdü geride kalan...


ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL

1 yorum:

BuRCu dedi ki...

Süper bir deneme olmuş. Akıcı...