Dün akşam yapmış olduğumuz programa uyarak sabah ilk olarak İstanbul MODERN'e gittik. Steve McCurry'nin en son Kodachrome filmiyle deklanşörüne dokunuşlarından çıkan fotoğrafları görmek, tarihte yer alacak olaylardan bir tanesine daha tanıklık edebilmek için. Steve McCurry; 30 yıldır kullandığı filmin son 36 karesiyle farklı ülkelerdeki kentleri ve kişileri çekerek, bir dönemin kapanışına ortak olmaya davet ediyordu.
Şu fotoğraf çekme işini uzun zamandır düşünüyordum. Gerçi hepimizin gördüğü şeyleri fırçasının ucuyla tuvale, kaleminin ucuyla satırlara, notalarla melodilere, deklanşöre dokunuşuyla fotoğraflara hapsedebilenlerin hepsi için durum aynı bence. Yeni hikayeler ürettiklerine inanmıyorum. Benim inandığım; zaten yaşanıyor olanlara çok ama çok farklı bakıp görebilme yetenekleri olduğu.
Biz bugün, yüzdeki bir çizginin üzerine düşen ışığı yakalayıp, hikayesini anlattırabilen, delici bakışı yakaldığı bir çift gözden çaresizliği hissettirebilen, buluşan ellerin açısını yakalayabilip aşkı anlatabilen bir adamın çekmiş olduğu fotoğrafları gördük.Ve hayran kaldık.
Sergiye ev sahipliği yapan mekana gelince; İstanbul'u bütün güzellikleriyle gözler önüne serebilen bir noktada ve içine girdiğinizde uzun saatler çıkmak istemeyeceğiniz bir yer. Her koridor sizi bambaşka güzelliklerle, sanatın her türlüsüyle buluşturuyor. Eğer gün olurda yolunuz düşerse içindeki restauranta uğramadan çıkmayın derim, yemek yemeseniz bile balkonunda bir nefeslenin. Ufak çocuğunuzla gidecekseniz eğer; pusetinden indirmeyin. Dokunmak yasak uyarısıyla yanımıza gelen güvenlik görevlisi, kaşla göz arasında tırmandığı heykelin tepesinden, Oğuz'u indirmek zorunda kaldı. Restaurantta oturduğu sandalyeyle beraber yere kapaklanmasını yazıyor olmak istemezdim fakat; evet onuda becerdi. Tuvalet keşfi sırasında yaşadıklarımızı, çarpıp durduğu aynaları yazmayacağım. Ama dediğim gibi sakın ha çocukları pusetten indirmeyin.
Oradan çıkıp sinemaya ''ŞİRİNler'' i izlemeye gittik.
Son yıllarda izlediğim animasyon filmleri arasında, içinde şiddet olmadığı için orta halli bir film diyebilirim. Filmi desteklemesi gereken oyuncu seçimi oldukça zayıf, müzik iç kıyıcı, bıktırıcıydı. Ama; şu sıcak ramazan ayında, oruç tutanlar için, iftar vaktine kadar çocuklarla beraber geçirilmek zorunda olunan süreyi doldurmak için gidilebilinir.
Günün sonunda; pişirilebilinecek en güzel piyazı, enginarı pişiren bir kadının sofrasında, muhabbetlerin en sıcağının edildiği, şükürler olsun ki hep çocuk seslerinin olduğu, o kendine has kokusu, duygusu olan evlerden birinde; Hülya Yengem ve Dayım'ın evindeydik. En ince saç teline sahip ama gür saçları olan, neşe kaynağımız, ailemizin dobra, sevgi dolu konuşanı olan Gözde'nin elinden çay içtik.( kıskanan çatlasın ki; o kendini biliyor...)
Düşe kalka geldik işte bir haftasonunun daha sonuna. İyisiyle kötüsüyle, tekrarı mümkün olmayacak olan bir cumartesi günü...Herkese iyi pazarlar. Sevgiyle...
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder