Her horoz kendi çitfliğinde öter!!!
Ve benim için ''Tebdil-i mekan'' kesinlikle şehir değil.
Bugün Erdo'nun iş için şehre inmesi gerekiyordu; bende fırsattan istifade peşine takıldım. Hem de yaz başından beri baş başa kalamamış olmamızı telafi etmek, soluklanmak için. Bu arada şehir dediğim yerle aramızda ki mesafe 30 dakika kadar, daha doğrusu mesafe, merkez olarak belirlenen semte göre değişir.
Tamam arada sırada orada, o koşturup duran insanlar arasında olmak hoşuma gidiyor ama o kadar, arada sırada...Herhalde ufak bir kasabada büyümüş, üniversiteyi tüm şehrin bir kampüs gibi olduğu Edirne'de okumuş, evlendikten sonra da buraya yerleşmiş olmamdan kaynaklı bu ait hissedememe durumu.
Herkes izleniyormuş gibi davranıyor, yemek yerken bile rahat değil gibiler. Ya da tam tersi herkesi, kendilerini bile unutmuş gibi koşturup duruyorlar. Mağazalarda ki satış elemanları bir tuhaf; müşterilere köşeye kıstırılabilinecek birer avmış gibi bakıyorlar, garsonların çoğunda bir bıkkınlık (her zaman işlerinin çok ama çok zor düşünmüş olmama rağmen), arabayı parkedecekleri yer için kavga edenler, kornaya bastığında trafiğin açılacağına inanıp kornaya abananlar, önünden geçtikleri her vitrin camının önünde poz verenler ler ler ler...
Düşünün bunları gözleyebilecek kadar dışarıdan hissediyorum, kendimi. Hani yürürken kafamın üzerinde, sapacağım sokağın yönüne göre yanıp sönecek ampuller olan bir sinyal aleti olsa o da fena olmaz. Ya da üzerimde asılı ''Köyden şehre inendir'' yazan bir tabela.
Tamam tamam biraz abartmış olabilirim:
Ama eminin bütün bunların yanında Erdo'yla benim gibi: yedikleri yemeğin yanına çevresindeki insanlarıda katıp keyfine varabilen, gördükleri tabelaları bile dikkatle inceleyen, her görüşmelerinde şehirin takıp takıştırdıklarını gözden kaçırmayan, ara uzayınca özleyip koşa koşa ona dönen, hiç susmayan müziğini duyabilen, sokaklar için hikayeler üretebilen sonra da şehire; sevgili misali, bir daha ki randevuya kadar kendisine iyi bakmasını dileyerek evine dönen kaç kişi vardır bu şehirde yaşayan...Biz bir kez daha vedalaşıp döndük.
Önce filmlerimiz almak için Mert'e uğradık, kuru temizlemeden Erdo'nun takım elbiselerini, fırından pideyi alıp koştur koştur eve. Bendeki neşeyi göreceksiniz ama bir güvende olma hissi anlatamam. Girdiğimiz her dükkanda ayak üstü sorulan hal hatır var ya...Etrafta tanıdık, tanıdık olmasa bile bizden hissi yaratan insanlar. Alalacele sofrayı kurduk ve nihayet çaydanlık ocağın üzerindeydi. Mumlar da eve gelirken aldığımız pastanın üzerinde; yıl boyunca her pasta yiyişimizde olduğu gibi Oğuz'un üflemesi için.
Bu arada bu gece dolunay mı?
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder