26 Eylül 2011 Pazartesi

deux jours à Paris



''Kafa nereye ben oraya'' diyerek bindim uçağa. Gece uçaktan indiğimde; limanda, gelip geçenlerin heyecan ve koşturmacalarının ardından bıraktıkları yorgunluk. Bende ise beklenen buluşmanın heyecanı. Önce valizim yanımda çöküverdim kaldırıma, yaktım sigaramın ucunu. Uzaktan gördüğüm uzun taksi kuyruğu bile teleşa sürükleyemedi beni.

Sıra bana gelip taksiye bindiğimde, radyoda çalan fransızca parçalarla, önceki yazımda ( kafa nereye ben oraya ) anlatmış olduğum gibi hülyalara daldım. Sürücünün Türk olduğumu öğrendiği an a kadar sürdü, bu rüyalar alemindeki gezintim. ''Erdoğan. Tayyip Erdoğan. Esselamü aleyküm.''ün ardından Tunus'lu olduğunu söyledi. Radyo kanalını değiştirmese gene sorun yoktu. Sohbeti koyulaştırmadan orada bitirecektim. Adam radyo kanalını değiştirdiği an da kulaklarımda çınlayan alaturka melodiler, kafamdaki tüm kurmacanın üzerini örttü. Ve bende film koptu. Başladım gülmeye. Otele gidene kadar gülüp durdum, kendi halime. Bütün organizasyonları yapmış, güler yüzüyle, otelin önünde beni bekleyen arkadaşım Yasemin'le buluştuğumda anladım, tatilin tekrar başladığını.



İki gün, üç geceye sayfalar dolusu hatıra sığdırdık. İlk gece yatmadan önce düşündüğümüz şey; sabah kahvaltı edeceğimiz yerdi. Bir de şehir rehberini eline alan Yasemin '' Müzeleri, sarayları geç. Sen gezmişsin zaten. Tekrar gezmek istediklerin var mı?'' dediğinde, geçireceğimiz günlerin seyri belli olmuştu.

Sabah tesadüf eseri karşımıza çıkan, ertesi sabah tekrar bulana kadar helak olduğumuz pastaneden ( http://www.maison-kayser.com/ ) atıştırmalıklar alıp başladık güne. Adım adım Louvre turu çok zevkliydi. Sonrasın da gezi otobüsüyle şehir turu.


       Diğer olup biteni satır başlarıyla geçmediğim taktirde toparlayamayacağım.


   ''Şehirde Louvre dışında bütün tarihi eser, müze, içine girilip görülmesi gereken ne kadar  yer varsa hepsinin önünden geçerken tarihçeleri hakkında yazılanları okuyan. Sonra yolluna devam edenler kim?'' Biz.


    '' St. Germaine sokaklarından birine bakan otel odalarının balkonunun fransız oluşuna aldırmadan, daracık yere bahtaniye sererek gece şarap içen kim? Biz.


     ''Kimseden fotoraflarını çekmesini rica etmedikleri için, hatıra kalacak olan her bir fotoğrafta yalnızca kafalarıyla yer alan kim?'' Biz.


     ''Taksiye binmemekte kesinlikle direnen, en az metro hattı kadar karışık olan Paris otobüs hattını çözeceğiz diye, şehri arşın arşın yürüyen kim?'' Biz.


     ''Alışveriş yapmak yerine tüm parayı gece yarılarına kadar uzun sohbetler ettikleri yeme-içme mekanlarında harcayan kim?'' Biz.



''Şehirde önerilen tüm kafelerde kahve içen, her restaurantta yemek yiyen kim?'' Biz.

''Her şartta önceliği yayalara veren sürücülerle dolu caddelerin tadını çıkartmak istercesine, yanan her kırmızı ışıkta kendini yola atan kim?'' Yasemin.

''Mükemmel fransızcasıyla herşeyi halleden kim?'' Yasemin.

   Yani arkadaşlar; Şanzelize'de yürüdüm. Yürüdüm ama; kalem etek, topuklular, omuzlarda hırkayla falan değil. Yürümekten bitap düşmüş ayaklarda spor ayakkabılar, eşofman, belimde bağlanmış gömlek, omuzda koca bir çantayla.

   DİP NOT: Bir turist için İstanbul herşeyiyle mükemmel bir şehir. İki kıtayı birbirine bağlayan Boğaz Köprüsü'nü ücretli olarak yaya trafiğine açmıyor olmaları büyük eksiklik. İstanbul'da her bütçeye göre adam akıllı yenecek birşeyler bulmak çok daha kolay. Şehir planlamacıların çoğu her ne kadar kabul etmeselerde geniş kaldırımları olmayan, trafik keşmekeşi çözülemeyen şehir için metrobüs,  atılmış güzel bir imza.

Bir de; Paris gerçekten ''aşk'' kokuyor.


Sevgiyle...


 Paris\'te geçen iki günümüzü anlatan parça...


ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL

Hiç yorum yok: