19 Eylül 2011 Pazartesi

ÇİLEK REÇELİ


  

Dolanıp duruyorum sokaklarda; para çekebileceğim bir bankamatik arıyorum. Diğer yandan da karnım nasıl aç; gözümün önünde dönüyor bir simit, ayran. Ne çok severim şu simidi, her defasında susamdan midem ekşisede açlığımın güzel hayalidir simit. Ama sokak simidi olacak; incecik, gevrek, tezgaha gelene dek üzerine muhakkak bir yerlerden toz konmuş olan cinsinden. Gittiğim pazarlarda da gözlerim önce simitçiyi arar.

  Sokağın birinin köşesinde heybetli bir çınar ağacı gölgesi olan bir esnaf lokantası çarptı gözüme. Hani en güzel mercimek çorbasını, en diri pilavı yiyebileceğiniz esnaf lokantaları vardır ya…Hiç tereddüt etmeden, aradığım bankamatiği falan unutup park ediverdim arabayı, hemen önüne. Çınar gölgesindeki masalardan birinin sandalyesini çekmeden dikiliverdim; öğle vakti gelecek olan müşterilerini bekleyen, dumanı üzerinde yemeklerin dizili olduğu tezgahın önüne. Bir kase mercimek çorbası, bir tabak pilav üstü kuru, bir porsiyonda kemalpaşa tatlısıyla birlikte çatal, kaşığımı aldıktan sonra geçip oturdum masaya.

  Üniversitedeye giderken tanışmıştım esnaf lokantalarıyla. Ve o zaman öğrenmiştim az çorba, az pilavın ne demek olduğunu, yarı parasını ödeyerek yarım porsiyon yemek yenebildiğini. Öğrenene kadar geçen sürede almış olduğum her tam porsiyon yemek için utanmıştım, her nedense. Ondan sonradır zaten girdiğin her yeni topluluğu önce gözlemliyor oluşum. Sonra da uydu uydu, uymadı bana eyvallah çekmem.

Bir süre yurtta sonra da dört kız paylaştığımız bir evde kalmaya başladım. Dört kız bazen beş- altı,,,Bazı geceler karnı aç olanlar, bitirme projesi hazılayanlar, aşktan mecnuna dönmüş akıl arayanlarla dolup taşan, alt katında ki yoğurt imalathanesinden çıkan karafatmaların eksik olmadığı ev. Banyosunda leğen içinde çamaşır yıkadığımız, mutfağında yapa boza yemekler pişirdiğimiz, çokça kavgalar edip kahkalarımızla inlettiğimiz ev. Haftanın ziyafet çekilen günü, Pazar günüydü. Haftasonu eve gitmiş olanların getirdikleri; zaman kaybetmeden salonun orta yerine serilip yeniverirdi. Aç kaldığımız çok zamanlarda hatırlıyorum; Aslı’yla oturup bir çay tabağına koyup ekmek banarak yediğimiz çilek reçeli tadını hayatım boyunca alamam , eminim.

Bir de her hafta gittiğimiz dinletiden dönerken uğradığımız börekçide kalan son paramızı harcadığımız için eve yürüyerek döndüğümüz geceler var. Öyle soğuk olurdu ki; damarlarımızda dolanan alkol bile yetmezdi, bizi o ayazda ısıtmaya.

Hepimiz ayrı ayrı insanlardık; birbirine hiç benzemeyen tüm insanlar gibi. Derya vardı mesela; evin diktatörü. Masaya elini vurup bir kalkışı vardı ki; söylenecek son sözü söylemiş kabul ederdi kendisini. Şimdi, bunca yıl sonra karşılacak olsam Derya’yla özür dilemek istediğim şeyler aklımda, nicedir. Gerçi özür değilde; damarlarımda akan kan durulup, delikanlılık geçtikten sonra daha iyi anlayabildiğimi kendimi, onu…Evet, evet ‘’Derya, seni şimdi çok daha iyi anlayabiliyorum’’ diyebilmek isterdim. ‘’Şimdi yaşanıyor olsa, demli çay eşliğinde ettiğimiz sohbetlerimiz, kahkahalarımız daha çok, daha şen olurdu’’ diyebilmek.

Zamanın birinde, bir yerlerde, bir köşebaşında mesela; karşıma çıkmasını dilediğim çok insan var. Hayır; özür dilemek için değil. Daha sıkı sarılmak, gözlerine daha dikkatli bakmak, daha çok dinlemek, sevdiğimi daha fazla söylemek için.

 

ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL

 

1 yorum:

BuRCu dedi ki...

Geride bıraktığım her kişiyle yeniden bir yerlerde karşılaşabilme ümidim hep var ve bir gün gerçekleşmesini çok istiyorum. Fırsat yaratmaya çalışacağım en azından. Çünkü değerleri hiç kaybolmuyor ve artıyor.
Benim özlemlerim kişiyle de sınırlı kalmıyor gerçi. Geçirdiğim günleri özlediğimi fark ettiğimde boşa harcamamışım da diyebiliyorum mesela.
Anımsayacak daha çok an'ımız olması dileğiyle,
Sevgilerimle Özgür...