Veeee Ayvalık...Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun da, neler görüp yaşadığımız hepimizin olsun:
1) Bütün yaşlılar tonton, güleryüzlü olmuyorlarmış; her sabah saat 07.00'da kumsalda başladıkları, büyük bölümünde dedikodu olan sohpetler eden, çevrelerini sürekli eleştiren, yargılayan gözlerle izleyenlerini gördüm.
2) Belediye ve yaşayan halkında yardımlarıyla bir kaç yıla kadar Ayvalık'ın da hakkından gelirler evelallah...Başkalarından her yıl çekilen çile olduğunu duyduğum ve şahit olduğum üzere; her yerde yol çalışmaları var. Feribottan indikten sonra çooook uzunca devam eden tek şerit yollar bir kenara şehir merkezide aynı durumda. Düzenlenmemiş olmaları sebebiyle kaos olan yol trafik, doldurulmayı bekleyen toprak yığınları ve bütün bunlar turistlerden, yazlıkçılardan kazanç elde edecek halkın yaşadığı bir yerleşim bölgesinde.
3) Meşhur Ayvalık pazarına gelince; imal edilen en kalın poşetler, pazar içinden geçen at arabaları, İstanbul sosyete pazarlarıyla denk fiyatlar. Fakat; tatilin en güzel anlarından biri; o pazarın kurulduğu daracık sokaklardan birisinde yer alan, karşısındaki fırında yeni çıkan sakızlı kurabiyeler elimizde çay içtiğimiz kahvehanede geçirdiğimiz bir saat oldu.
4) Sivri ve kara sinekler feciler. İlaçlamanın yapılıp yapılmadığını sormadım. Ancak cibinlikle gezmek istiyorsunuz desem sanırım yeterli olur.
5) Yazlık yerleşim yerlerine renk ve kazanç katacak nedir; gece pazarları. Burada düzenlenmiş, düzgün bir pazar yeri yok. Bunun yerine; trafiğe kapatılmış olan sahil şeridinde, nereyi gezdirdiklerini anlayamadığım, sürekli korna çalan at arabaları var. Biz herşeye rağmen iki gece, orada uzun yıllardır hizmet veren, meşhur dondurmacıya gitmekten geri kalmadık. Tahminen tezgah altında para sayma makineleri vardır.
Bütün bunlara rağmen sizin tatiliniz nasıl geçti diye soracak olursanız; Erdo'ya olan özlemim dışında süperdi. Elf en yakın arkadaşıyla eğlenmenin, Oğuz kumda oynayıp yüzmenin, ben arkadaşımla keyif etmenin dibine vurduk. Sertap'ın şarkısında söylediği gibi; kumsala yayıldık, güneşte damladı içimize. Zaten çocukların keyfi yerinde olunca sorunda çıkmıyor.
Kaldığımız Özak Hotel'in ( http://www.ozakhotel.com.tr/ ) sunduğu hizmetin, konumununda etkisi büyük tabiki. Otel denize sıfır olduğundan uyutma, uyuma, yemek yemek, yedirmek, odada birşeyler unutmuş olmak hiç sorun olmadı. Sağolsunlar sahip oldukları yıldız sayısının üzerinde hizmet verdiler, bir dediğimizi iki etmediler. Sorumlu Güner Hanım; gün içinde tüm yoğunluğuna rağmen çocukları bile takip ediyordu. Otelde en çok sohpet ettiğim çalışan sanırım Yasin olmuştur. Her gün, sabahın bir körü, şezlonglarımızı ayarlamak için kumsala indiğimde ilk gördüğüm o oluyordu. Gece boyunca kumsalda gitar eşliğinde eğlenen gençlerin bıraktıkları çöpleri toplarken arkalarından verip veriştirmeyide ihmal etmedik. İnsanların aklımın almadığı davranışlarından biri olan çevreyi kirletmenin boyutuna böyle canlı canlı, elimde çöp poşetiyle tanıklık etmekte ayrı bir tecrübe oldu. Düşünün ki; önünde yol alan arabanın camında dışarıya çöp atan eli, aracı durdurup kırmak isteyen ben...
Yalnız otelin yanında bakkal olması beni yıktı. Çünkü; Oğuz'a para yetiştiremedim. O kadar ki; dönüşümüze bir gün kala, bakkala gitme talebine benden yanıt alamayınca, yan masada yemek yiyen, tanımadığımız bir bayana önce ''merhaba'' dedi, ardından çantasını gösterip ''Bu sizin mi?'' diye sordu veee bomba ''Bana para verebilirmisiniz?''. Alınmadık hiç bir ürün bırakmadık galiba, bügün açtığmız valizlerde o bakkaldan alınan, her ebat ve boyda topun yanında lüzumsuz bir dünya plastik oyuncak var.
Bir de; deniz havasından olsa gerek çocukları bir türlü doyuramadık. Anneleri olarak bizde kusur kalmadık. Elindeki açma henüz bitmemişken dondurma seçmeleri yapıyor, mısırcıyı uzaktan görünce hayatlarında hiç mısır yememişcesine denizden atıveriyorlardı kendilerini. Yalnızca kumsalda tüm gün boyunca önümüzde arzı endam eden, midye dolmalardan yiyemedim; Nükhet tüm gün güneşin altındalar diyerek izin vermediği için.
Burada tanıştığım ve iyi ki gelmişim dedirten iki kişi var ki; Nükhet'in kayınvalidesi ve kayınpederi. Yirmibeş yıl önce başlamış komşulukları, şimdilerde vazgeçilmez dostluklara dönüşmüş olan site sakinleriyle yaşadıkları yazlık sitede bizi de ortak ettiler; içilen Türk kahvelerine, tarçınlı çaylara, edilen sohpetlere...O komşular arasında, tanıdıktan ve kağıt oynadıktan sonra, çağırdığı kağıt gelen insanlarında yaşadığına şahit olduğum Figen Abla'da var. Yahu hatun ''şimdi gelir biterim'' diyor, kağıt geliyor ve bitiyor, inanamazsınız. Gerçi o gece masada oynanan elli bir değilde, Nükhet ve ben olduk. Bu işlerden hiç anlamayan, bu tür oyunlara karşı hırsı ve tecrübesi olmayan ikimizle oynadılar masada.
Çekilen fotoğraflarla ölümsüzleştirdiğimiz, hatıralarımız arasında yerini alacak olan güzel bir beş gün oldu. Şükürler olsun ki; dönüş yolunda trafik oldukça rahattı ve evimize rahatlıkla ulaştık. Ardı arkası kesilmeyen; ''Anne geldik mi?'', ''Yaklaştık mı?'', ''Ne kadar kaldı?'' vb. sorular bozamadı kafamı, yolun sonunda Erdo olduğu için. Düşünmedende edemedim: hadi bende soran bir tane, Vilo'lar üç çocukla nasıl bitirebiliyorlarmış, o her yaz çıktığımız uzun araba yolculuklarını. Babamın sürekli tekrarladığı, o yaşlarda bizce hiç bir anlam ifade etmeyen ''kızım etrafınızı, doğayı seyredin, düşünmeyin siz ne kadar kaldığını...'' cümlelerinin benzerleri benim ağzımdan çıkınca tebessüm etmedende alamadım kendimi.
Sakızlı kurabiye ve çay keyfi
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder