YÜCEL BALKU’DAN KIZLARINA MEKTUP
Şeyda ve Eylül’e,
Kızlarıma, fotoğrafın çeyreklerine,
Deli gönlün isteğine ve içimdeki sonbahar hüznüne,
Bu zarfsız mektubun ancak yıllar sonra size ulaşacak olması, posta idaresinin yavaşlığından değil; postacının babanız olmasından kaynaklanıyor. Benim tembelliğim üzerine gerekli dersleri, büyüme serüveninin her aşamasında annenizden alacağınız için bu konuyu fazla eşelemiyorum yavrularım.
Dünyaya gelmek bizim seçimimiz değildi. Sizin de. Sizin dünyaya fırlatılmanıza da biz vesile olduk. Sevgiyle ve iyi niyetle yaptık bunu, ama dünya denilen yeri biraz olsun tanıyorsam, iyi niyet ve sevginin de hoş olmayan sonuçlara yol açabileceğini söyleyebilirim; ilkönce ebeveynlere isyan edilir, edeceksiniz, ana baba kucağının hem cennet ve hem de cehennem olduğunu anladığınız anlarda. Üstelik haklılığınız şüphe götürmez olacak; biz de göğüsleyemeyeceğimiz gerçeğe karşı şimdiki iyi niyetimize ilişkin anıları ve bir zamanlar karşısında olduğumuz gelenekleri kalkan yapıp size verdiğimiz emekleri silah diye kuşanarak direnmeye çalışacağız boş yere. O vakit anlamaya ve kalbinizi ve sözlerinizi anlaşılabilir ve ulaşılabilir bir kıvamda tutmaya çalışın yavrularım.
Eylül, kızım, ben doğumhaneden çıkan çocuğun kız olmasına sevinen adamları daima sevdim; onların kız çocuk arzulamakla eşlerine / sevgililerine duydukları sevgiyi kutsadıklarını düşündüm. Ben de, sende ve ablanda anneni çoğalttım yavrum. Asılla suret arasındaki birebirliğin asıl ve asıl arasında mümkün olamayacağını bile bile. Bildim ki, siz, ben ve annenizden bir parçaysanız, biz değil kendiniz olacaksınız. Çelişik gibi görünse de böylelikle bize benzeyeceksiniz. Çünkü anneni ve kendimi birkaç kelimeyle özetleyecek olsam şunları söylerim size: zekâ, inat ve başına buyrukluk. Sana Eylül gibi sonbaharın tüm hüzünlerini ve sancılarını kuşanmaya hazır ve üstüne her mevsim hazan yaprakları düşen bir ad vermekle hata mı ettik, bilemiyorum. Ben sadece adının bile sana özgü olmasını arzu ettim. Hüzne ve acıya uzak duramazsın ama en azından her insanın olduğu kadar yakın olmanı dilerim bu duygulara, daha fazla değil.
Ablanı, deli gönlün isteğini, yani Şeyda Gönül’ü, daima sev. Unutma ki, onun için biçilmiş bir ismi taşımaktasın ve o seni aylarca, tohum yağmuru bekler gibi bekledi. Ve hep olan oldu: Küçük, büyüğün öğretmeni oldu. Sen varlığınla ona sevgiyi; sevgiyi paylaşmayı, kıskançlığı, sevdiğini koruma duygusunu ve daha birçok şeyi öğrettin; tıpkı onun da bana ve annene çocuğu olmanın ne demek olduğunu, sebepsiz ve sınırsız sevgiyi ve aniden olgunlaşmayı ve direnmeyi öğrettiği gibi. Şeyda, güzel kızım, Bu mektubu okuduğun zamanki durumu tahmin bile edemem. Ben hâlâ yaşıyorsam belki bu mektupta yazamadıklarımı ya da yazmayı unuttuklarımı yüz yüze konuşuruz. Değilse, en baştan ve daima şunu bilmeni isterim: bulunduğun konumda seni memnun eden, değerli bir aile yadigârı gibi yanında taşımaktan onur duyduğun özelliklerin varsa bu hususta bana değil, annene şükran duymalısın. O daima gerçek bir anneden daha fazla biri ve eminim ki öyle kalacak. Sen ve kardeşin ona karşı daima saygılı olun isterim. Onun sevgisine açık tutun kendinizi. O sevgi size kadın olmanın onurunu ve hayata direnmenin yolunu öğretecektir. Yaşamayı sırf bunun için bile arzulayabilirim. Yirmi yıl sonra senin ve kardeşinin ne olacağınızı, ne yönde büyüdüğünüzü ve ne bileyim, örneğin, evdeki kitaplara nasıl davrandığınızı görmek için. Sizin bana benzemenizi istemem bu hususta; belki de gerçekten mutluluk ağacı değildir bilgi. Okuma ve öğrenme hastası olmayabilirsiniz. Çok kültürlü olmayabilirsiniz. Ama yirmi yıl sonra böyle bir deyiş bir anlam ifade ederse, vasiyetimdir: kültüre ve bilgiye açık olun. Anlamak derdinden uzaklaşmayın. Tersi insanlıktan uzaklaşmadır çünkü. Bunu da anlamaya çalışın. Minik kızlarım, Karşı cinsle ilişkilerinizde, ben muhafazakârlaşıp karşı çıksam bile, özgür olun. Ama ilişkilerdeki tarzınızın sizin kültürünüzün, kadınlık onurunuzun ve bedeninize duyduğunuz saygının birer göstergesi olduğunu bilin ve unutmayın. Aşkı göz ardı etmeyin; onun bizi içgüdüleriyle hareket eden hayvanlardan ayıran en önemli fark olduğunu; velakin gerçek değil, insanlık tarihi boyunca kurgulanmış kolektif ama yapay bir duygu olduğunu hep akılda tutun. Kanılması gereken yalanlar vardır ve onlara kanmazsak hayat dayanılmaz olur. Evreni aileniz sayın küçüklerim. Tabiatın süregiden ritminin, yani ilk bakışta anlaşılmaz görünen anarşik çalkantının devasa boyutlarını, tıpkı babanızı tanır gibi tanı maya ve anlamaya çalışın. O muazzam bütünü, biz şimdilerde puzzle diyoruz, bir yapboz gibi, diğer tüm bileşenlerle birlikte kavrayın ki insanın ve dolayısıyla kendinizin bir çakıltaşı kadar sıradan ve doğal olduğunu anlayasınız. Geriye baktığınızda, anne babanıza ilişkin en çok hatırlayacaklarınız onların çelişkileri olacak. Doğaldır bu. Bizler bir geçiş toplumunun tekleyen ritmini ezber eden bir toplumda büyüdük; gerçekten insan olmaya çalıştığımız her an, tarihin ve coğrafyanın günahları paçamızdan yapıştı. O yüzdendir bazen çok çağdaş (?) bazen çok ilkel olmamız. Üstelik paçamızdan yapışan sadece geçmiş de değil; sevgi de bağlar insanı. Sevgi de engeldir bazen. Ailelerimize duyduğumuz sevgi de (ki asla hak ettikleri kadar sevmedik onları ya da sevdik ama gösteremedik) yapıştı bize. O yüzden yavrularım, vasiyetimdir; bizi sevin, hoşumuza gider bu ama asla hayatınızın yörüngesini değiştirmesin bu sevgi, şimdi olduğu gibi başınıza buyruk olun. Hatalarınız da kendinize ait olsun. Zengin ailelerden gelmedik biz. Size bırakabileceklerimiz ancak çalışma hayatımızda biriktirebileceklerimiz olacak ve bunun çok fazla bir şey olacağını da sanmıyorum. Az çalıştığımızdan değil; belki herkesten çok çalışıyoruz. Ama bu gayret ancak, ekside başlamış bir hayatı artıya geçirmeye yetiyor. Daha da doğrusu, yeterse ne mutlu. Başkaları kadar zengin olamamaya kahrettiğiniz anlarda duruma bir de bu açıdan bakmaya çalışın. Şimdilik bu kadar yavrularım. Sizlere başka mektuplar da yazmaya çalışacağım. Yapabilirsem senede bir mektup.
Sevgiyle kalın. Gözlerinizden, yanınızda olmanın yenemediği bir hasretle öperim.
YÜCEL BALKU
10 Mayıs 2000, Bursa
ALINTI: ''Hayalet Gemi'nin unutulmaz isimlerinden Yücel Balku'nun Bitmemiş Külliyatı Can Yayınları tarafından yayımlanıyor ve kitaptaki öykülerden Akarib'i konuşacağız, Yücel'i ve Hayalet Gemi günlerini anacağız. ''( 13 Aralık Salı 20:00 IKSV SALON - MURAT GÜLSOY ) içeriğiyle, dün almış olduğum mail den alıntıladım. İlgilenir ve yazar hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz devamı aşağıda:
1969 yılında Iğdır’da dünyaya gelen öykücü Yücel Balku, hayatını kaybettiğinde henüz 34 yaşındaydı. Prometeus ve Hayalet Gemi dergilerinden onu tanıyan edebiyatçı dostlarını ve okurlarını çok üzen,, beklenmedik bir vedaydı onunki ve Balku’nun gidişi üzerinden geçen sekiz yıl, onu da, benzersiz öykücülüğünü de unutturmadı.
Sükût Ayyuka Çıkar, Balku’nun ölümünün ardından Murat Gülsoy tarafından yayıma hazırlanmış bir derleme… Yazarın yayımlanmış iki kitabı ve daha önce yayımlanmamış öyküleri, deneme ve şiirleri Sükût Ayyuka Çıkar’da bir araya geliyor. Balku’nun gidişiyle ‘eksilenler’ de kitabın son sayfalarını sıcak, hüzünlü bir günceye dönüştürüyor: Murat Gülsoy, Yekta Kopan, Nursel Duruel gibi isimlerin yaptığı söyleşiler, hakkında yazılmış yazılar, ölümünün arkasından dostlarının kaleme aldığı anma yazıları da bu külliyatta yer alıyor.
Zengin düş dünyasıyla bir çok yazardan kolaylıkla ayrılan Yücel Balku’nun eserlerinde tarihi kent Bursa hiç olmadığı kadar ilgi çekici bir metafora dönüşüyor. Bursa’nın efsanevi gizemleriyle örülen öyküler; şehrin haritalarını, definelerini, tarihe mal olmuş tuhaf ve ilgi çekici şahsiyetlerini okura birer birer tanıtıyor. Kitabın sayfaları çevrildikçe Balku’nun yarattığı düşsel Bursa’nın, insanın ayağının altından her an kayıp gidiverecekmiş gibi duran tekinsiz atmosferine giriyorsunuz. Tuhaf kişiler, gizemli tarikatlar, kayıp mezarlar... Sükût Ayyuka Çıkar, önemli bir yazarın geride bıraktığı az ama öz metinlerden oluşuyor.
Sükût Ayyuka Çıkar, önemli bir yazarın geride bıraktığı az ama öz metinlerden oluşuyor. Derin ve duygulu bir babanın veda mektubuyla başlayan kitabın sonu, babasına veda eden Şeyda Gönül Balku’nun mektubuyla son buluyor. Ancak kahramanını kaybetmiş mektupların en can yakıcısı yazarın kendi kaleminden çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder