Yalnızım bu sabah. Gidişinin ardından yalnız karşıladığım ikinci sonbahar Nesrin. Garip bir hüzünle uyandığım sabahlardan biri daha. Uyandığımda dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Kaldırımlara çarpan her bir damlanın sesi duyuluyor gibiydi. Akşam üzerime geçirdiğim eşofman ve tişörtü değiştiresim bile yoktu. Üzerime geçirdiğim yağmurlukla indim aşağıya; karşı apartmanın altındaki bakkala gitmek için. Yağmur o kadar şiddetliydi ki, yağmurluğumun örtemediği her yerim ıslanmıştı.Bir paket sigara, bir şişe sütle beraber aldığım ekmeğide koyduğum poşet elimde apartmana girecekken gözüme çarptı. Yağmurda ıslanmış, paspasın üzerine kıvrılmış kedi yavrusu. Kucakladım. Eve aldım.
Banyoda elime geçen ilk havluyla sarıp sarmaladığım kedi yavrusuyla koridorda, kalakaldım öylece. O; çay tabağına koyduğum sütü içerken telaş içinde; -Bugün içine uyandığım o garip hüznü paylaşacak olan bu yavru mu?- diye düşünmeden edemedim. Şimdi yanımda kıvrılmış uyuyor. Karnı tok, güvende olduğunun farkındaymışcasına, huzurla.
Senden haber almayalı uzun zaman oldu, Nesrin. Mail kutumu her açışımda gözlerim senden gelecek bir mesajı aramaktan vazgeçmediler. Uzağımda olsanda bir şekilde hayatımda oluşunun kanıtı bu mesajlar. Bana hissettirmiş olduğun ''güvende olduğum'' hissi; nasıl tarif edeceğimi bilemediğim bir şey. Her ne şekilde olursa olsun eğer bir ucundan tutarsan hayatımın işte o zaman güvende hissediyorum kendimi. Gördüğüm, duyduğum, hissettiğim herşeyde onayına ihtiyaç duyuyor gibiyim. -Nesrin olsa ne derdi, ne hissederdi?-, -Nesrin beğenirmiydi? gibi sorular hep aklımda. Her şeyin cevabını bana sen fısıldıyordun.
Ah be Nesrin. Bilmiyorum işte. Suskunum. Zamanın içinden geçtip gidiyorum. Sonunda düştüğüm yer gene sensizlik.
Vuslat'ın varlığının ruhumda, bedenimde yaptığı değişiklikler; ben nasıl olduğunu anlayamadan buharlaşıp uçtular. Onun bakışlarından, taptaze teninden geçen bütün gençlik enerjisini; yaşanmışlıklardan, kaybolmuşluktan duyduğum yorgunluğu tedavi etmek için kullanmışım gibi hissediyorum. Yeni bir başlangıç zannettiğim aslında kısa bir molaymış. Seninle aramızda geçen yaşanmışlıklara, alışkanlıklara, bağlılığa...her neyse onlara verilmiş bir mola. Bunların farkına varır varmaz yollarımız ayrıldı Vuslat'la. Kör olmamı sağlamış bencilliğim yüzünden bunca bedel ödemişken ve seni kaybetmişken aynı şeyi bir başkasına yapmaya hakkım yoktu. Öyle izler kalmış ki senden. Beynimde, bedenimde, kalbimde...Silinmiyor.
Bu satırları sana yazarıyor olmakla gene bencillik ettiğimin farkında, bir o kadar da çaresizim, Nesrin. Çünkü; seni deliler gibi özledim. Özlemimi, suskunluğumu, kanepede yanımda uyuyan yavru kediyi ve kendimi alıp seni görmeye gelmek istiyorum. Söz; o çok sevdiğin ''Altın Sarısı'' ndan da bir şişe getiririm. Bu defa beraber şahitlik ederiz bir mucizeymişcesine; kadehte buzla rakını kaynaşmasına, bir olmasına.
Geçirmek istediğim haftasonunun adını sen koy. Buluşma, geri dönüş, başlangıç, hangisi olacaksa kabulüm. Yeter ki; gene solmasın bütün renkler. Güneş solmasın. Hayatımın ucundan tutmaya devam et.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
HERKES GİDER Mİ? 14
''BEKLİYORUM!''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder