12 Ekim 2011 Çarşamba

HERKES GİDER Mİ? 10










Ne kadar uzun yıllarımı almış, şimdi farkına varıyorum. Anlamsızca- zamanla, hayatla yarışıp durmuşum, sanki yakalayabilecekmişim gibi. Seninle yaşadığımız ayrılıktan sonra bu yarışta kaybeden taraf olacağımı anladım ve vazgeçtim Nesrin. O andan sonra, zamanı alıp kucakladım, arkadaş oldum onunla. Ne kadar çok, ne kadar az, ne kadar değerli olduğunun farkına vararak yaşadım, yaşıyorum. Öyle olunca hayaller, gerçekler, gelmiş, geçmiş daha bi farklı biçimleniyor. Kıymet bilerek yaşamaya başlıyorsun. Ne yapmak istediğini, nasıl elde edeceğini bulduktan sonra da boşa harcamıyorsun zamanı. Zamanın herşeyi değiştirmesine, yaralarını sarmasına, yenilikler sunmasına izin veriyorsun, sabrın çoğalıyor.

Hayatımın fon müziğinin değişmesiyle gelen bambaşka bir bakış açısı...Ertelemelere yer yok. Özellikle kendimle ilgili şeyleri ertelemiyorum. Ertelediğim, ertelendiğim geçmiş günlerin düşüncesi, vicdan azabı, pişmanlık uzun süre peşimi bırakmadı. Nesrin; iyi kötü, az ya da çok emek harcanarak yaşananlar kolay kolay bırakmıyormuş insanın peşini. Kurduğum yeni düzenin içine, taşındığım mahalledeki çocuk sesleride eklenince içimdeki bu direnci yendim galiba ki; artık pişmanlıklar yerine seninle paylaştığımız güzel hatıralar var. Geçmişimde kalan, geleceğimde de benimle birlikte olacak hatıralar, izler. Başka şehirlerde, başlangıçlara yelken açarken daha sağlam basmamızı sağlayan bir ayrılık yaşadık. Geride bıraktıklarının arasında; kırgınlık, yenilgi, kızgınlığa yer olmayan bir ilişki... Bana anlatmak istediğin, görmem için çabaladığın herşeyin farkındayım artık. Senin gidişinle birlikte kaybettiğimi zannederken aslında ne kadar çok şey kazanmışım. En önemlisi seni ve kendimi yeniden bulmuş olmam. Nefes alabildiğimi, yaşadığımı hissedebiliyorum.

Bütün bunlarla birlikte bir çift göz girdi hayatıma...Tıpkı bahar gibi; izin istemeden, birdenbire... Bakışlarında masumiyeti, heyecanı, tutkuyu hapsetmiş, masumiyeti kaybetmemiş bir çift göz. Baktığım anda içime sızıveren.

Soner ve Aslı'nın bahçelerinde verdiği yemek davetine katıldığım gece tanıştık. Görüntüsünden önce kokusunu duydum sanki. Şarkılarda ki gibi; havada aşk kokusu varmışcasına.

Üzerinde uzun mavi elbisesi, omuzlarına aldığı ince bir şal, elinde şarap kadehiyle sırtı bana dönüktü. Ensesi nasılda narin, kırılgan duruyordu. Çok uzun zaman olmuştu, bir kadını böyle görmeyişim. Senden geriye kalan kokunla yaşayıp, kendimle kavgalar ettiğim sürede gözlerimi sımsıkı kapatmıştım herşeye. Ama dedim ya o gece havada garip birşey vardı.

Aslı; elimden tutup tanıştırmak için onun yanına götürdü. Aslı'nın sesiyle bize doğru döndürdüğü yüzüne düşen, okşarcasına bir ahenkle kulağının arkasına aldığı kıvırcık saçlarının arkasından çıkan gözlerdi işte karşılaştığım anda içime akan. Gözlerine bakmaktan kendimi alamıyordum; içinde unuttuğum şeyleri bulacakmışcasına dalıp dalıp gitmek istedim. O akşamdan aklımda kalan herşey ağır çekimde zaten. Tokalaşmak için elini uzatırken dizlerini çok hafifçe kırışı, kafasını yana eğişi, şarabını yudumlarken aralanan dudakları bir de o öpülesi güzel boynu. Bütün gece dayanılmaz şekilde arzuladığım tek şeydi belki de; o öpülesi boynuna konduracağım bir busede sıcaklığını hissedebilmek. Sesi; içimdeki müziğe coşku katıvermişti: hiç birşey duyamaz, konuşamaz olmuştum.

Gecenin sonunda, cebimdeki kağıtta değil hafızamda kazınmış telefon numarası ve ben döndük eve. Uykuya dalmamı güçleştiren heyecan, sabah uyandığımda hissettiğim ne yapacağını bilememezlik, dışarıdan kendime her bakışımda gülünesi halim...

Evet! Gülünesi halim. Bu yaşında, bir adamın kalbi böyle çarpabilirmiş. Bir çift göz insanı alıp başka alemlere götürebilirmiş. Mümkün olduğunu biliyordum artık. Hiç hesabını yapmamış daha doğrusu bunca aydır böyle hayaller kurmak aklımdan bile geçmemişti; tekrar aşık olabilme ihtimalim. Senin hep dediğin gibi Nesrin ''Hayat işte''.

En güzeli de ne biliyormusun: beni, içimden geldiği gibi, olduğum gibi davranmaktan alıkoyacak yaşı ve tecrübeleri geride bırakmış olmam. Ne zaman arasam, aramasam mı, doğru zaman ne zaman, ne desem, nasıl desemler çok uzakta, gençliğimde kalmışlardı. Bu endişesizlikle, sabah ofise gider gitmez ilk işim onu aramak oldu. Sesini duyduğumda gene için coştu, sesim titredi. Müthiş bir mutlulukla teslim olduğum heyecanın kucağına bıraktım kendimi: çocukça dibine kadar hissettiğim, anlamasından utanmadığım heyecanın. Akşam yemeği için yaptığım davete aldığım olumlu cevabın ardından bütün günüm el- ayak titremesi ve suratımdan silemediğim aptalca gülüşle geçti.

Bu arada onun adı; Vuslat.


ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL

Hiç yorum yok: