Neyse sağ salim vardık. Şebo’nun özenle hazırlamış olduğu doğum günü organizasyonunu kazasız belasız, süsleri parçalamadan atlattık. Şebo'nun pişirdiği lezzetli yemekleri yemekti, sohbetti çaydı derken Oğuz’un mıncıklamalarından arta kalan enfes pastayı yedikten sonra Baran’ı öpüp koklayıp ayrıldık. Sonra ver elini Çekmeköy. Evet! Özlem’lerin peşine takılıp bastık gaza…Bu defa benim araba Oğuz’la beraber kim vardı? Duygu! ( 8 ) Yol boyunca Oğuz’a lunapark tecrübelerini anlattı. Ta ki Oğuz ‘’ Daha fazla anlatma. Belki uyuyamam ‘’ diyene kadar. Çünkü; anlattıkları benim bile giremediğim, yaş sınırı olan korku tünelleri, baş döndürücü gondollardan ibaretti. Ama Pazar günü öğleden sonrasına kadar süren beraberliğimiz boyunca Duygu Oğuz’la ilgilenmeseydi halimiz nice olurdu, demeden geçemem. Faaliyet manyağı oldular. Öğretmencilik oyununda ise hiçbir eksik bırakmadılar.
Bütün bunlar olurken Özlem ve benim neler yaptığımız konusunda bir şey yazmama bilmem gerek var mı? Kah mutfakta, kah salonda ya da balkon da kahvenin türlü türlü hallerini tadıp durduk.
Evet! Asıl bomba: Pazar dönüş yolculuğumuz iki saati aşkın sürdü. Bu iki saatte neler yaşadık; feribot sırası beklerken kuşları besleyen, beslemekle kalmayıp elimizde ki kek bitince arkadaki arabada çekirdek yiyen adamdan camdan sarkıp bağırmak suretiyle çekirdek isteyen Oğuz. Karşı kıyıya geçene kadar takribi beş – altı kez Kızkulesi, Galata Kulesi, Martılar’la ilgili hikayeleri anlatmak ve bitmeye sorularına cevap vermek zorunda kalan ben. Sonunda Hazarfen Çelebi gibi uçup uçamayacağını sorana kadar. Bu günden sonra çocuklara mümkün olduğunca az şey anlatmaya karar vermiş bulunuyorum. Bitti. Gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor yaşadıklarım. Geçenlerde kendimi ahtapotlarla savaş serüvenimi anlatırken buluverdim. Halbuki yok öyle birşey. Herif sorularıyla ne noktalara getiriyor beni, düşünün artık.
Eve gelir gelmez Oğuz'u emin ellere teslim edip attım kendimi banyoya. Suyu yiyince iyice mayıştım mı? Saat sekizde feci bir uyuma isteğiyle girdim yatağa. Dön baba dönelim, uyku muyku yok. Kendimi şuursuzca televizyona teslim ettim. Ama kelimenin tam anlamıyla ‘’şuursuzca’’. Neden mi? Ne seyrettiğimi bile hatırlamıyorum. Yalnızca ekrana öylece baktım. Öküz – tren misali. Uyduğum da saat tahminimce onbir kırkbeş falandı.
Sabah uyandığımda iş günü olduğu için şükür ettim. Daha Oğuz tam uyanmadan da evden çıktım.
– ya da kaçtım -
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL