27 Şubat 2012 Pazartesi
lafını sevdiğimin Shakspeare'i
Shakspeare demiş ya ‘’ Gözyaşı ile yıkanan yüzden daha temiz bir yüz olamaz.’’ diye. İşte benim ki ak pak oldu.
Üç haftadır tüm ruhumda çınlayan ‘’ Her şeyin başı sağlık!’’ nidaları… Diğer yanda ''Herkesin derdi kendine büyük'' diye bağırıp duran tarafım... Anne olarak kendimle hesaplaşmalarım, içine ettiğimin iç dünyaları, çocuğumu anlayabilme, ona kendimi anlatabilme çabaları, iş yerindeki çalışanlara laf anlatmaktan vazgeçişlerle dolu günler. Tüm bunlardan sonra bu Pazar akşamında ruhumda çınlayan ‘’ Her şeye evet!’’ diyen sesle beraber, mecalsiz ama umutlu ekran karşısındayım işte. Merhaba!
Bütün bunlar olur, ben oradan oraya savrulurken araya üç tanede tiyatro oyunu sıkışmasın mı? Ve bir kez daha anladım ki o rahmetli Shakspeare ‘’ Dünya bir oyun sahnesidir.’’ derken çok doğru söylemiş.
İlk oyun ‘’Şems! Unutma’’ydı. Kerra Hatun, Kerra Hatun'un oğulları Veled ile Alâeddin, Kimya Hatun(Evlatlık),Tavus Hatun üzerine kurulmuş bir hikâye. Yaratılmaya çalışılan mistik ortam ve sahneleme yöntemi, kullanılan şiirsel dille, zaten ağır olan konuyu o kadar yavaşlatmışlar ki; yüz seksen dakika boyunca oyunun bir içinde bir dışında helak oldum. Sahnede ter döken oyuncular gibi boncuk boncuk terlemeye başladığımdaysa artık çok geçti. Çünkü hiç ara verilmedi. Ve sonunda salondan dar çıktım.
İkinci oyun ‘’ Üçüncü Türden Yakın İlişkiler – Başlangıç ‘’. Bir yazarın sancılı geçen yaratma sürecini anlatan oyunu ise çok beğendik. Sahneleniş şekli, kullanılan müzikler, ekip uyumu, oyunculuklarla ( ki özellikle Doğa Rutkay’ın ‘‘kapitalizmin makineleştirdiği iş insanı’’ figürünü çıkarırken ortaya koyduğu, tekrarlara dayalı mizah anlayışıyla sergilediği performans ayakta alkışlandı ) başarılıydı. Heee bu arada sevgililer günü için yapmış olduğumuz programa bu oyunu dahil ettiğimiz için kendimizi de alkışlamayı ihmal etmedik.
Üçüncü ve son oyun bu hafta sonu geldi. ‘’ Oğluma Bir Haller Oldu!’’ Oğlunun eşcinsel olduğunu ve erkek arkadaşıyla yaşadığını öğrenen bir babanın hikâyesi anlatılıyordu. Ve bence daha doğrusu oyunu beraber izlediğimiz arkadaşlarımızca o babayı kesinlikle yanlış adam oynuyordu. Kim mi? Cem Özer. Diğer ortak fikrimiz ise oyunu kurtaran tek oyuncunun Paşhan Yılmazel olduğuydu. İkinci perdede kumandayı Şahan almamış olsaydı kesinlikle oyunun sonunu beklemeden salonu terk ederdik. Perde kapanırken ayakta alkışlanan da o oldu zaten.
Bende ki özet haberler bu kadar. Anladığınız üzere ( Erdo ve Belgin'i anarak diyorum ki ); bir dönemden daha geçiyorum. Yoksa tozun hangi türü yutulursa yutulsun tiyatro yapmanın deli, cesur işi olduğuna olan inancım hakkında uzun uzun yazmak isterdim. Seyirciyle - tepkisiyle burun buruna nasıl rol yapılabildiğini kafamın almadığını itiraf etmek isterdim. Oyunculuğun yalnızca doğuştan gelen bir yetenek olabileceğine inandığımı söylemek isterdim. Yerlerde sürünen oyunu, sahneye çıkıp uçuran oyunculara hayran olduğumu belirtmek isterdim. Ama dedim ya; mecalim yok. Son dönemde tek yapabildiğim, sizlerle paylaşmak için yazılar yazmak. Onlar da son ütü için bekliyorlar. ( Rasim'e selam. ) Ama içinden geçtiğim dönem her hangisi ise, yazmak bile geçişimi kolaylaştırmıyor. Ayy neyse ne işte. Yazıma son verirken küçüklerin gözlerinden, büyüklerin yanaklarından öper, tanıdıklara selam ederim. Yeni haftada işlerimiz rast gitsin, içimiz huzur dolsun.
ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
Geç kalıyorum herşeye o anlardan biri daha. Umarım iyi olur acıyan yanların.
Her ne kadar olmaz desende; bende senin için çayın buğusu, kokusu gibi yazmanı diliyorum. Sevgiler...
Olur belki ha kokuyu alanlarla yan yana.
Yorum Gönder