30 Kasım 2011 Çarşamba

OD ( İSKENDER PALA )

Hakan Günday gibi sert, karanlık, sarsıcı, dili sansürsüz kullanan bir kalemden sonra İskender Pala okumak sakinleştirici etkisi yapar diye düşünmüştüm. Fakat ? Belki zamanlama hatası?.. Ama kitaptan bir tane de babama almış olmam tam isabetmiş. Çok keyif alarak okudu. Belki de içinde kendinden çok şey bulduğu için. Kısacası benim daha affedebilmek, bilmek, bilmemek, tanımak, anlamak, ..., -mek, -maklarla katedilecek çok yolum var(mış).


Her şeye rağmen, sorumluluk sahibi bir blog sahibi olarak, okumamış olanlar için kitapla ilgili fikir vereceğini düşündüğüm alıntıları sizlerle paylaşıyorum. Keyifle...


ÖZGÜR TAMŞEN YÜCEDAL



Bu fenada bir garipsin


Gülme gülme, ağla gönül


Derdin dahi çoktur senin


Gülme gülme, ağla gönül


“Dağdan odun getiriyordum. Herkes ona odun diyordu; iki heceyle, OD-UN işte, ateş veren şey…Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim, ateş olan kısmına, gönüllerde aşkı tutuşturan alevli kısmına, ‘OD’ a talip oldum. Herkes dağa odun için gittiğimi sanıyordu ama ben OD için gidiyordum”


Sorarsak '' Mal sahibi, mülk sahibi yoktur,'' diyor, sonunda da '' Mal da yalan şu dünyada, mülk de yalan,'' diyerek sözü bağlıyordu. Gitgide biz de böyle düşünmeye başladık; her şeyimizi paylaşma azmini edindik. Malımızı, mesaimizi, fikirlerimizi, ve elbette sevgilerimizi. Üzerinde Sitare nakışlı heybemiz hariç. O yalnızca benimdi. ( sayfa 60 )


... Sitare'nin doğru tespitlerde bulunduğuna inandım. En sonunda, '' Denge madde lehine bozulunca insanın nefsi, mana lehine bozulunca da ruhu öne çıkıyor, biri diğerini bastırıyor Can Yunus!'' dedi elimi tutarak ...           ( sayfa 67 )


... ağızda çiğnenmiş bir lokma olan şu dünyayı dahi yuttun tut. Ömür bir ok, zaman bir yay, bir el o yayı germiş, sen o yayı attın tut. Aldığın her nefes, keseden akmakta olan bir kum tanesi, kese ortalanmış ve sen kumu tükettin tut.'' ( sayfa 118 )


Gah eserim yeller gibi


 Gah tozarım yollar gibi


Gah akarım seller gibi


Gel gör beni aşk neyledi


Ben de anlayamamıştım; dışlarını süsleyerek ve onları başkalarına göstererek hükmeden mülkün sultanları mı; yoksa içlerini süsleyerek ve başkalarının içini görerek hükmeden gönlün sultanları mı üstündü?                           ( sayfa 156 )


'' Her zerresinde bir sağlık duy bedeninin, insanoğlu; her hücresinden bir inilti işit!.. Bir şehirsin çünkü sen, büyük ve derin... Yok yok!.. Bir değil, belki binlerce şehirsin hem!.. Ölümsüz ve doğumsuz, uçsuz ve bucaksız deryasın... Sayısız balıklar bulunur her deryada... Neden reddetmedesin sendeki erdemleri? Ve ne diye inkarcı başını kaşıyarak geçmede günler?!.. Ey insan! Ne diye durmadasın şu dünya denen mumun çevresinde şimdi; pervane misin? Öyleyse yak kanatlarını muma, yak ve arın. Çünkü bir nursun sen, nurdansın...Hani Tanrı nurundan... Ateşten değil... Hani şeytanın ateşinden... Uyan ey insan, her şey 'ben' den doğdu hep; benlikten doğdu... Öyleyse hep benden olsun feryadın, bütün şikayetin hep benden... Çünkü ölüm var. Herkese kendi rengindedir ölüm... İyi de görünür parlak bir aynada, kötü de!..................


     Yalnız kalmak istemiyorsan gideceğin yerde eğer; iyilikten, güzellikten, doğruluktan evlatlar, dostlar, yoldaşlar edin kendine şimdiden... Geçip gitmede ömür... Umutlar hep yarın, yarın, yarın!... Tükenen zamanı dolduruyor hep kuru kavgalar, boş didişmeler, faydasız gürültüler... Aklını başına al kardeş! Günü, bugün say; ölüm ki kaşla göz arasında; ölüm ki dudakla söz arasındadır...'' ( sayfa 164 - 165 )


Gözüm seni görmek için


Elim sana ermek için


Bugün canım yola koyan


Yarın seni bulmak için


Kimisi bilmem der, bilir; kimisi bilir bilmezlenir. Kimisi bilmediğini bilmez, bilirim der; kimisi bildiğini bilmiyor zanneder. Bilmemeyi bilmekle bildiğini bilmemek aynı değildir. Kurtulanlar, bilmediğini bilenlerle bildiğini bilmeyenlerdir. Onlar birbirini bilir, birbirinden bilir, birbiriyle bilir. ( sayfa 195 )


Anladım ki bu yalan dünyadadır; anladım ki evliya da olsa alan dünyadır. Kaçanın kurtulmadığı, şahin de olsa kanatları kıran dünyadır. Sevdiklerimizi alıp bizi ağlatan, Hazreti Süleyman da olsa tahtları viran eden dünyadır. ( sayfa 196 )


... ben yıllar yılı kuru odun taşırken yanan odu, biriken suyu taşırken gözdeki yaşı anlayamamışım. ( sayfa 218 )


Pişmanlık kadar insana yakışan bir hal tanımadım ben Molla Kasım. Düşün ki ateşe atılmış yanıyorsun, ama her yanış bir kere daha temizliyor seni. ( sayfa 220 )


Ten fanidir, can ölmez


Çün, gitti geri gelmez


Ölür ise ten ölür


Canlar ölesi değil


Hiç yorum yok: